HANTEK EDEBİYAT DERGİSİ
  SAYFA 18
 
HANTEK EDEBİYAT DERGİSİ
www.hantekdergisi.tr.gg              | SAYI 7 | 04.07.2009 |
 
                                                             BATIYA YOLCULUK
Çanakkale’den gemiye binersiniz. Boğazın muhteşem tarih kokan havasıyla engin mavinin buluştuğu, tuzlu yosun kokusunun birbirine karıştığı bir anda, vapurun en kenarına geçersiniz. Korkuluklara dayanıp, izlemeye başlarsınız, tarihin ve yeşilin iç içe girişini. Uzun bir yolculuk alıverir sizi içine… Gün batmaya yüz tuttuğu bir anda meraklı bakışlar birden çevriliverir, güneşin en uzak noktasına. Sigarayı saklayarak yakarsınız. Garip bir şeydir rüzgâr. Bazen bir yangını körükler, bazen yanan ateşi söndürüverir. Tiryakiler pek sevmez ateşi söndüreni. Paylaşmak istemez ateşini rüzgârla. Kuvvetli eser bu yolculuk boyunca. Haklıdır da çünkü yolculuk rüzgârlı adayadır. Sigaranın efkârına mı, keyfine mi aldandığınızı anlamadan, hülyalara dalarsınız. Her yürek bir ateştir bundan sonra. Arkasından birde demli çay aldınız mı geminin kantininden deymeyin keyfinize! Kendinizi bir ara kaybedecek gibi olursunuz. Geminin kenarından çıkan ve köpük köpük olan suya kendinizi bırakıvermek istersiniz. Özgürlüğe gidişin yolu diye düşünürken birden kendinize gelirsiniz. Uçsuz bucaksız bir maviliğe boğulup içinden hiç çıkmak istemezsiniz. Her yer mavidir. Kafanızı yukarıya kaldırıp maviye bakarsınız. Gökyüzündeki martılar takılır gözünüze. Sonra yine işte özgürlük dersiniz. Martılara özenirsiniz. Alıp başınızı gitmek istersiniz. Uçabilmek… Büyümüş görürsünüz kendinizi. Dünyaya tepeden bakmanın verdiği güvenle alay edersiniz hayatla. Balıklarla martıları eş tutarsınız. İkisi de mavidedir. İkisi de özgürdür. Mavi özgürlükse!
Bir martının suya dalıp balığı alıverdiğini görüp yanılmışım ‘’bu özgürlük denilen şey ne? ’’ diye düşünmeye başlarsınız. Martıların gemiye eskortluk yapışı dikkatinizi çeker. ‘’Geminin peşini bırakmamalarının sebebi nedir?’’ diye düşünüp durursunuz. Başınızı aşağıya indirip mavi suların renk değişimine bakarsınız. Bulutlara eş değerdir beyazlığı. Vapur yarıp giderken suları, sonsuzluğa yapılan bir yolculuk zannedersiniz.
Gökyüzü kızıllaşır ardından. Güneş ufka yaklaştıkça daha da artar keyfiniz. Bir masal âlemidir burası. Siz de oyuncuları.Gözünüz kimseyi görmez. Vapurun batı ucuna doğru ilerleyip bayrağın asılı olduğu direğe dayanırsınız. Bu muhteşem gün batımını daha rahat izleyebilmek için. Bayrağın dalga dalga çırpınış sesi kulaklarınızda... Arkasından Akif’in yazdığı, cennetlere bedel şiiri gelir aklınıza.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakka tapan milletimin istiklâl!

Bir kıtasını dayanamayıp okuyuveririsiniz dağlara, denize, martılara, mavi sulara. Sonra anlarsınız nasıl bir hataya düştüğünüzü. Cihana kafa tutmuş bu bölge sizden daha iyi bilir özgürlüğün anlamını. Bayrağın çıkardığı ses daha da anlam bulur kulaklarınızda. Aklınıza vefa gelir arkasından. Özgürlüğü bize bağışlayan bu topraklarda yatan şehitlerimize, vefa burcumuzu ödeyip ödemediğinizi sorgularsınız. Arkasından dünyaya yön verenlere yazılmış o muhteşem şiir dolaşır dudaklarınızda.

BİR YOLCU YA 

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın ,
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu nda,
İstiklâl uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmet in yattığı yerdir.
 

Gözlerinizin içi yanmaya başlar birden. Yüreğinizin bamteline dokunmuştur. Bundan sonra notaların her ezilip büzüldüğü yerde yüreğiniz cız edecektir. Kendinizi tutamazsınız iki damla gözyaşını bırakıveririsin tuzlu sulara. Elinizi yüreğinize koyup içinizden tekrarlamaya başlarsınız Fatiha ve İhlâs’ı. Dualar bitince saçlarınızı dağıtan rüzgâra bırakır, alıp götürmesini istersiniz asla ölmeyenlere. Bu hüzünlü havayı vapurla yarışan yunuslar dağıtıverir. Gösteri başlamıştır. Vapurdaki herkes onları gösterir parmaklarıyla. Anneler çocuklarını kucağına alıp, daha rahat görmeleri için havaya kaldırır. İzlenildiklerinin farkındaymış gibi yunuslar en iyi hareketleri ardı ardına sıralarlar. Vapuru bir süre takipten sonra yunuslar da yavaş yavaş gözden kaybolur. Çanakkale Boğazı’ndan çıkılmıştır. Vapur rotasını çizmiştir. Hedef batının en batısı İMROZ!

Yıl 1999. Gökçeada Çanakkale seferini yapan vapurun adı Yeşil Ada’dır. İki saatte Çanakkale Boğazı’ndan çıkar. İki saatte açık denizde yol alır. Dört saatlik yolculuğun sonunda Gökçeada’ya ancak varabilirsiniz. Önceden Türkiye Kıbrıs seferi yapan bu vapur, daha kısa maceralara yol almaktadır. Vapur yorgundur. Yaşlanmıştır. Onun için bu yolculuk bir nevi emeklilik gibidir. Yıllarca çalışırsınız. Sizi idare edebilecek kadar küçük bir birikim yaptıktan sonra, küçük bir sandal alıp kısa yolculuklara çıkar, hep ışığa, güneşe doğru gidersiniz. Yeşilada Vapuru için de bu geçerlidir.
Gökyüzü denize inatla kızıllaşmıştır. Etrafa iki renk hâkimdir. Güneşle ufkun kızıllığı arasında bir belli belirsiz bir dağ görüntüsü belirmeye başlar. Yolculuğun verdiği yorgunlukla etraf iyice sakinleşir. Başlar hafiften sağa doğru düşer. İyiden iyiye uyku bastırır. Ara sıra gözlerinizi açar bakarsınız daha ne kadar yolunuzun kaldığına. Görüntü giderek netleşir ve dağlar büyümeye başlar. Bu iyiye işarettir. Yolculuk son demini yaşamaktadır. Görüntü netleştikçe gemi de yavaşlar. Sonra motorlar kapatılır. Sadece rüzgârın sesi kalır kulaklarınızda. İnsanlar uyanmaya başlar. Kapılar açılır yavaş yavaş, valizlerinin olduğu yere inerler.
Sonra büyük bir motor gürültüsüyle Yeşilada’nın üçgen burnu açılmaya başlar. Bu sese aldanıp inenler yarım saat daha beklemek zorundadır. Yeşilada yorgun ve yaşlıdır. Ömrü boyunca dalgalarla boğuşmuş ve insanlığın emrinde çalışmıştır. Yarım saat sonra bir kargaşa başlar. Herkes sabrının kalmadığını gösterircesine atlarlar tam açılmayan merdivenden. Sonra bir koltuk kapma yarışı başlar. Gökçeada çok rüzgâr aldığı için merkez 7 kilometre içerdedir. Bu aradaki ulaşım minibüslerle sağlanır. Genelde de yetersizdir. Yolcular kendilerine bir yer bulduktan sonra minibüsler hareket eder. Gün boyunca bir tek arabanın bile geçmediği yol artık ana baba günü gibidir. Sıra sıra minibüsler yollara düşer. Buna gemiden inen arabalar da eklenince konvoy uzar. Yaklaşık on beş dakika yolculuk sürer. Yeşili inadına yeşil, mavisi ise inadına mavidir. Kışı zor olsa da, yazının harika olduğu, o şirin yere ulaşılmıştır. Arkasından minibüslerden müjde verilircesine bir bağrış yükselir.
Son durak Gökçeada!
Bir geçmiştir Gökçeada,
Hatıralardan silinip atılamayan,
Dillerde pelesenktir her anışta anlatılan,
Adına türküler söylenip şiirler okunan
Ve bir sevdadır Gökçeada hiç unutulmayan...
Büyümeyi seninle öğrendim, batının en batısındaki ada! Kucakladın sessizce sana koşan herkesi. 
Bir vefa borcum kalmıştı sana! Bunu da böylece ödendi say!

Sedat GÜN
ÇANAKKALE
Sayfa Numaralarına Basıp Dergimizi İnceleyebilirsiniz.
01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30
 
 
  Bugün 49 ziyaretçi (52 klik) kişi burdaydı!

Anasayfa | Künye | Ürün Gönder |
HANTEK EDEBİYAT DERGİSİ @ 4 Ocak 2009 - HENDEK
[ Tüm hakları saklıdır]

 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol